Bilginin biri, bir söyleşide, masala benzer bir olay anlattı. Dediğine göre, Hindistan’da bir ağaç varmış; kim o ağacın meyvesini yerse, ne yaşlanır, ne ölürmüş. Padişahın biri bunu duydu; bu ağaca

ve meyvesine âşık oldu. İş bilir, güvenilir adamlarından birini o ağacın meyvesini getirmek için Hindistan’a yolladı. Adam ağacı bulmak için yıllarca Hindistan’ın her yanını gezdi, dolaştı. Meyveyi

bulmak için şehir şehir gezdi; ne ada bıraktı, ne dağ; ne ova bıraktı, ne çöl. Kime sorduysa, bıyık altından güldüler ona: “Allah aşkına! Akıllı adam böyle bir şey arar mı? Kesinlikle deli bu adam,”

diyorlardı. Kimileri dövdü onu, kimileri de ermiş gözüyle baktı ona. Yıllarca aradı, durdu. Padişah

ona mal ve para gönderiyordu; yeter ki aradığını bulsun... ama aramasından hiçbir sonuç alamamıştı. Artık usanmış, yorulmuştu; geri dönmeye karar verdi. Hem ağlıyor, hem de gidiyordu. Yolda adını ve

ününü duyduğu bir şeyh vardı. Adam umutsuzca: “Varayım huzuruna gideyim. Belki bana yardımcı olur...” dedi. Yağmur gibi gözyaşı dökerek şeyhin yanına vardı: “Efendim,” dedi, “Bana acı ve yardım

et; çok çaresizim!” Şeyh: “Derdini söyle bakalım... ne istiyorsun? Ne istedin de, ulaşamadın?” Adam: “Efendim, padişah beni bir ağaç bulmakla görevlendirdi. Eşi güç bulunur bir ağaç varmış. Onun

meyvesi ölümsüzlük veriyormuş. Yıllarca aradım, ama insanların alaycı bakışlarından, aşağılanmadan başka bir şey bulamadım.





Derdim bu!” Şeyh güldü ve dedi ki: “Sen şimdi bu ağacı mı arıyorsun?” “Evet, efendim.” “A saf gönüllü adam! O senin aradığın, bilgi ağacıdır. Bilen kişinin bilgisidir. Sen yanlış yola girmişsin. Git

 padişahına söyle, bilgiye ve bilgiliye sarılsın.” Şaşkın adam, şeyhin yanından sevinçle kalktı, hemen yola koyuldu