“Yabancı biri olsa, hiç tanımadığı, kılıklarından kim oldukları belli olan böyle bir topluluğa kolayca yanaşıp da ‘Ben de sizdenim,’ diyebilir mi hiç?” diye düşünerek rahatladılar; ona ilişmediler.
İçlerinden biri: “Ey hile ve düzende becerikli olanlar! Haydi, herkes becerilerini bir bir sayıp döksün
ortaya da, kimlerde neler var bilelim,” dedi. Bir başkası dedi ki: “Benim kulaklarımda öyle bir özellik var ki, köpek havladığı zaman ne dediğini anlarım.” Adamlar burun kıvırarak: “Bu özellik, iki kuruş
eder ancak,” dediler. Bir başkası: “Benim bütün özelliğim, gözümdedir. Geceleyin karanlıkta kimi görsem, hiç şüpheniz olmasın ki gündüz gördüğümde onu tanırım,” dedi. Başka biri: “Benim bütün becerim kolumdadır. Bu gücümle duvarları delerim,” dedi. Daha başkası:
“Allah bana bir burun vermiş ki ‘İnsanlar, madenlere benzer’ sırrına
ermişim. Toprağın bedeninde ne kadar para var, hangi maden gizli, masrafı
kendinden fazla olur mu... hemen anlarım. Mecnun gibi
toprağı koklayıp,
yanılmadan Leylâ’nın
[2]
toprağını seçerim. Her gömleği koklarım da, içinde
Yusuf
[3] mu var, şeytan mı var bilirim,” dedi.
Sonunda dediler ki:
“Ey vefâlı ve yüce dost! Söyle bakalım, senin becerin nedir?”
Sultan Mahmud:
“Benim bütün becerim, sakalımdadır. Öyle ki, suçluları
cellada
verdiklerinde, sakalım oynayınca kurtuluverirler bütün cezadan da, ölümden
de. Ne bir
dertleri kalır, ne elemleri.”
“Önderimiz sensin, minnet gününde kurtuluşumuz senden olacaktır. Hiç
kimsede sendeki bu becerinin eseri dahi yoktur,” dediler ve Sultan
Mahmud’u kendilerine önder
seçtiler.
Sonra hep birlikte yola çıktılar; soymak için saraya doğru ilerlemeye
başladılar. Bu sırada,
sağ taraflarında bir köpek havladı.
Köpek sesinden anlayan hırsız:
“Köpek diyor ki, ‘Padişah sizinle
birliktedir.’”
Kement atan, yüksek bir yere kement attı, hepsi tırmanıp çıktılar. Koku
alan, sürekli çevreyi kokladı, padişahın hazinesinin duvarını göstererek:
“Hah, bulduk,” dedi, “Şurada eşsiz bir
hazine var!”
Delik delen, deldi duvarı, içeri girdiler, her biri gücü yettiğince, umudunun
ulaştığınca
aldı alacağını, çıkıp döndüler yerlerine.
Padişah geçtikleri yolları, hırsızların özelliklerini, her birinin aldıklarını
aklında tuttu. Uykuya daldıklarında, gizlice ayrıldı yanlarından, sarayına
döndü.
Muhafızları, kolcuları, askerinden yiğit olan bir bölüğü, hırsızların
yerlerini tarif ederek yolladı;
hırsızların tamamını tutup huzura getirdiler.
Hepsi tir tir titriyordu. Hem de büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Öyle ya,
soygunu yaparken kendilerini kimse görmemişti; daha üzerinden bir gün bile
geçmemişti soygunun. Elleriyle koymuş gibi yakalanmışlardı askerler
tarafından.
Geceleyin kimi
görse onu gündüz de tanıyan, kafasını kaldırıp padişahın
yüzüne bakar bakmaz tanıyıverdi, yüce
sultanı.
Arkadaşlarına döndü:
“Padişahımız, gece bizimle olan, sakalı hünerli arkadaşımızdır,” dedi,
“Nerede olursanız olun, o sizinledir denen padişah budur işte arkadaşlar. Ben
ondan bağışlanmamı
isteyeceğim. Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık;
kıyamet gününde can güneşi sensin. Ey gizlice yürüyen padişah, vakit geldi.
Kerem et, hayırlısıyla sakalını bir oynat. Biz hepimiz becerilerimizi
gösterdik, ama bunlar ancak talihsizliğimizi arttırdı; boynumuzu bağladı da,
baş aşağı düştük, alçaldık.”
Gece gördüğünü gündüz tanıyanın söyledikleri işe yaradı; zaten ötekilerin
becerileri insana
yolunu şaşırtan gulyabaniler gibiydi. Yalnız geceleyin
padişahın yüzünü gören göz başkaydı; çünkü, onun sayesinde bağışlandılar.
0 Yorumlar