Akıllı bir adam, dostlarından birkaç kişinin uzak seferlerden geldiğini, aç ve perişan durumda olduklarını, bir süre sonra da köylerine döneceklerini haber aldı. Yanlarına giderek, bilgi ve

deneyimlerinden kaynaklanan birtakım öğütler vermek zorunda duydu kendisini. Dedi ki: “Arkadaşlarım, biliyorum pek uzaklardan geldiniz, karnınız çok açtır şimdi. Gideceğiniz yönde fil

yavrularıyla karşılaşacaksınız. Onlar pek güçsüz ve küçüktür; gözünüze hoş görünebilir. Öğüdümü can ve gönülden dinleyin. Sakın ola ki onlardan birini avlayıp yemeye kalkışmayın. Anaları

pusudadır, çığlıklar atarak, hortumundan duman ve ateşler saçarak, yüz kilometre dahi olsa yol alarak yavrularını ararlar. Çok merhametlidirler onlara karşı. Otlara, yapraklara razı olun yemek için; ancak,

fil yavrularını avlamayı aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Perişan olursunuz yoksa! Yetinmesini bilin. Boynumun borcunu ödedim size karşı. Haydi varın gideceğiniz yere hayırla gidin.” Yolda

adamların, susuzlukları arttıkça arttı, dayanılmaz oldu. Ansızın yeni doğmuş bir fil yavrusu gördüler. Aç kurtlar gibi üşüşüp yakaladılar, kebap edip yediler. Yoldaşlarından biri öğüt vermek istedi

arkadaşlarına, bilge kişinin sözlerini hatırlatmak istedi, ama boşuna... açlıktan hiçbir şey dinleyecek durumda değillerdi. Ama kendisi yemedi, bütün açlığına rağmen tuttu verilen öğütleri. Açlıktan

gözlerine uyku girmezken, karınları fil yavrusu kebabıyla tıka basa doyan arkadaşları, rahatlamanın

 verdiği ağırlıkla çoktan dalmışlardı uykuya. Kızgın bir fil çıkageldi birdenbire; yemeyen adamın
ağzını kokladı üç kere, ama ondan kötü bir koku almadı, dokunmadan geçti. Uyuyanların hepsinin

ağızlarını sırasıyla kokladı, hepsinden de koku aldı. Hemen yavrusunu kebap edip yiyenleri parçalayarak öldürdü.





Vaktiyle hırsızın biri, bir bahçedeki en güzel meyve ağacına çıktı; ama meyvelerin olmuşlarına uzanamadı. Dalları silkerek meyveleri yere dökmeye başladı. Bahçe sahibi durumu görünce, koşarak

 ağacın yanına gelip adama bağırdı: “Hey utanmaz herif, ne yapıyorsun? Kimsin? Bütün meyvelerim yere döküldü. Allah’tan korkmaz mısın? Bahçemin meyvelerini mahvediyorsun,” dedi. Ağaçtaki

hırsız hiç oralı olmaksızın, sanki kendi malıymış gibi konuştu: “Ne bağırıyorsun be adam! Tanrı’nın bağından, Tanrı’nın kulu bir meyve yerse, bu suç mudur? Nedir yani, ne demek istiyorsun?” dedi.

Bahçe sahibi: “İn bakalım aşağı, in de görüşelim!” dedi. Hırsız indi, bahçe sahibi hırsızın elini kolunu güzelce bağlayıp hizmetlisini çağırdı: “Al şu sopayı, vur şu herife!” dedi. Hizmetli sopayı vurdukça

, hırsız bağırıyordu: “Aman efendim, ne olur yapmayın, etmeyin. Allah’tan korkun!” diyerek bağırıp çağırdı. Bahçe sahibi: “Ne bağırıp çağırıyorsun be adam! Sopa Allah’ın, vuran Allah’ın bir kulu,

Allah’ın bir buyruğunu yerine getiriyor: bunun ne günahı var?” dedi.